Ölüm ve Sonrası

Ölüm ve Sonrası


İnsanların dinlere rağbet etmesindeki en önemli sebeplerin başında; belirsizlikleri ortadan kaldırmak gelmektedir. İnsan aklının, mantığının ve doğa verilerinin cevap vermekte yeterli olmadığı karmaşık varoluş soruları, dini ve mitolojik akımların doğmasına ve yükselmesine neden olmuştur.

Dinler de kaynağını ve dayanağını genellikle görünmeyen, sınanamayan varlıklara atfetmiştir. İnsan; dinin ortaya koyduklarına inanmayı seçerek test edemediği bu iddiaların kanatları altında yüzyıllarca hayatına bir anlam katma çabası içinde olmuştur.

Ölüm de, anlaması güç ve karmaşık durumlardan birisidir. Bir diğeri ise ölümün zıddı olan 'yaşam'dır; yani neden yaşıyorum? sorusu ile ölüm ve ötesi her zaman için merak edilen ve tatmin edilir bir cevaba muhtaç olunan iki alandır.

Bu gibi bilinmezlikleri beynimiz kabul etmiyor. Beynimiz; her şeye bir cevap vermek, her şeyin sebebini bilmek ve rahatlamak istiyor. Bu yüzden, bizi bu bilinmezliklerin yükünden kurtaracak olan şey bariz bir 'yalan' olsa bile, seve seve bu yalanın peşinden sürüklenebiliyoruz.

Hal böyleyken, insan ve kültür ile birlikte evrimleşen dinler de ölüm ve ötesi için çeşitli açıklamalar ve ritüeller geliştirmiştir. Dünyanın en büyük dinleri, Orta Doğu kökenli olup semavi dinlerdir. Bu dinler, İslam, Hristiyanlık ve Musevilik olup hepsi de ölümden sonra bir yaşamın var olduğuna, dünya yaşamımızda yaptığımız iyi ve kötü davranışlara göre ahirette ödüllendirileceğimize veya cezalandırılacağımıza inanmamızı emreder.

Bu ahiret figüründe belirgin olan şeylerden birisi; yalnızca insanların sorgulanıyor olması. (Cinleri varlık olarak göremeyiz). Daha açık bir şekilde söyleyecek olursak hayvanlar, bitkiler, bakteriler bu ahiret tecrübesinden yoksun olacaklardır. Tabii ki bu, semavi dinlerin itikadına göre böyledir. Bu fikrin temeline insanın en üstün yaratık olduğu ve diğer canlılardan farklı olduğu safsatası yatar.

Bilimsel gelişmeler ile birlikte gördüğümüz gibi; aslında aklı çalışan bir insan olarak doğayı gözlemleyerek şu bilgiyi kolaylıkla anlayabiliriz: Aslında diğer canlılardan çok da farklı değiliz.

Bizler, diğer hayvanlara kıyasla soyut düşünme, bilişsel yeteneği gelişmiş canlılarız. Biz; bu yönde özelleşmişiz. Aynı şekilde örneğin kuşlar 'uçma' yeteneği konusunda, atlar 'koşma' yeteneğiyle, 'ağaçlar' uzun ömürlü olarak, bakteriler 'hızla evrim geçirerek' özelleşmişlerdir.

Canlılık olarak hepimizin özelleştiği ve güçlendiği bazı alanlar mevcuttur. Kimimiz çok iyi görür, kimimiz harika koku alırız. Bu listeyi uzatmak mümkündür.

Benzerliklerimiz ise saymak ile bitmez. Her şeyden önce bütün canlılar olarak yaşama mücadelesi veriyoruz. Hepimiz doymak, yeterli enerjiyi üretmek ve dünyada bir şekilde var olmak istiyoruz.

Ve de hepimiz ölmemek için mücadele ediyoruz. İnsanlar, bu mücadeleyi diğer canlılara göre daha 'bilinçli' yapıyor. Fakat bitkiler bile gövdelerine bir darbe aldıklarında küçük 'acı' sinyalleri oluşturuyor. Hayvanlar; ölmemek için kaçıyor ya da saldırıyor. Daha gelişmiş olan hayvanlar korku duygusunu geliştirmiştir ve bu duygu ile tehlikelere karşı temkinli oluyor.

Bütün bunları söyledikten sonra Tengricilik ekseninde ölüm ve sonrasını nasıl düşünmeliyiz?
Bu açıklamalarımızın anlamı şuydu; bizler semavi dinlerin iddia ettiği gibi birbirinden ayrı ve ast-üst ilişkisi olan varlıklar değiliz. Aksine; bütün canlılık olarak ve hatta canlılığa temel oluşturan cansızlık olarak birbirimize benziyoruz ve birbirimiz sayesinde, birbirimizle birlikte bu dünyada varız.

O halde, bizler varlık alemi olarak bir bütünsek; ya hepimizin de ruhu var, ya da hepimiz ruhsuzuz.

Tengrici "birlik" görüşüne göre, birimiz için geçerli olan Tengrisel bir kural aslında hepimiz için geçerlidir. Burada tengrisel kavramını açıklamamız gerekmektedir. Tengrisel, yani toplumsal olmayan ve bilinmeyen şeylerin cevabı olan şeydir. İyilik ve kötülük tengrisel değildir; bu kavramların tanımını insan toplulukları yapar, ancak ölümden sonraki yaşam bilinmediği için tengrisel bir bilgidir.

Eğer hepimizin bir ruhu varsa; ki Tengrici inanca göre bu böyledir, ölümden sonrası için insanlar, hayvanlar, bitkiler, bakteriler vb. bütün varlıklar aynı kurala tabi olacaktır.

Ahirette, zaten dünyada var olan acı ve ateşin; ya da zevkin, seksin ve içkinin ne gereği var?

Aklı ile sorgulayan bir kişi anlar ki; huzur, mutluluk, zevk, acı, ızdırap, kötülük, canilik, vahşilik, şeref, haysiyet vb. şeyler dünyalıktır. Dünyada yaşanan her şey dünyalıktır.

Ölümden sonrası içinse Türkler şöyle der "gidip de geri dönen mi var?" 

Bu cümle, Tengriciler için de bir mihenk taşı olmalıdır. Bizler, ölümden sonrası hakkında bilgi sahibi değiliz.

Bilgi sahibi olmadığımız şey, tengriseldir. Fakat bilgi sahibi olduğumuz şey şu ki; ölüm ve sonrası hakkında bilgi verdiğini iddia ederek insanları aldatan ve dünya hayatlarını yönlendiren kişilere, kurumlara ve yasalara itaat etmek akıl karı değildir.

Ve yine gözlemim şu ki; canlılar olarak ölmemek istiyor, direniyor, vücudumuza darbe yediğimizde canımız acıyor. Yani ölüm, bedensel olarak istediğimiz bir şey olamaz. Bizler dünyada yaşamak, sağlıklı olmak istiyoruz.

Fakat, yine şöyle bir tezat var ki ne yaparsak yapalım bedenimiz ölüme programlanmış vaziyettedir. Vücudumuz ne kadar yaşamak istese de, ölmemek için başka canlıları öldürüp yese de, hücrelerimiz her geçen gün ölüyor ve takvimden kopan her bir yaprak bizi kaçınılmaz ölümümüze bir gün daha yaklaştırıyor.

Ölümü istemeyen fakat ölüme programlanmış varlıklarız.

Aklımıza yine atamız Bilge Kağan'ın şu sözü geliyor, "öd Tengri yasar, kişi oğlu köp ölgeli töremiş"

Zaman Tanrısı yasa koydu, insanoğlu ölmek için türemiş.

O halde ölümü, programımızın bir parçası olarak algılamalıyız.

Yaşamı da, hakkıyla geçirilecek ve bize bahşedilmiş zaman dilimi olarak görmeliyiz.

İşte, Tengrici böyle huzura kavuşacaktır. Yalanlar ve avuntular ile değil.

1 yorum:

Blogger tarafından desteklenmektedir.