Türkiye'de Misyoner Faaliyetler

Türkiye'de Misyoner Faaliyetler


Esenlikler! İlk 'köşe yazım' ile karşınızdayım.

Bilimin yükselişi ile birlikte, özellikle Hristiyanlığın kan kaybetmeye başlaması Batılı toplumlarda inançsızlığın hakimiyetini güçlendirdi, kimi Batılılarda ise yeni manevi arayışlar baş gösterdi. 

Bugün açık yüreklilikle söyleyebiliriz ki; Hristiyanlığın kalbi Avrupa'da değil; Afrika ve Latin Amerika'da atmaktadır.

Bugünün Avrupa'sı inançsızlığın kıtası konumunda gözükmektedir.

Fakat Türk toplumunun, toplumsal bilincine kızgın demirle nakşedilmiş bir 'Haçlılar' imgesi halen etkisini hissettirmektedir. Bizler hala Avrupalıları haçlılar olarak düşünüyoruz. Halbuki elimizdeki veriler öyle göstermiyor; mesela Çek Cumhuriyetinin yalnızca %13'ü 'bir Tanrının varlığına' inanıyor. (2010, Eurostat anketi)

Bu kısa girişten sonra dönelim Türkiye'ye...

Büyükşehirlerimizden birinde; mütevazı bir lokantada oturmuş iskender yiyordum. Yan masamda gayet resmi görünümlü, siyah takım elbiseli iki sarışın coni, usulca ekmek arası döner yiyordu.

Klasik Anadolu köylüsü meraklılığı ile, 'kim lan bunlar' edasıyla arada süzüyordum herifleri.

Ne zaman onların masasına baksam; "Gobi çölü gibi donuk suratıma" gülümsüyorlardı.

Ömrümde o güne değin bir 'misyoner' görmüş değildim fakat, bu iki coninin bir bahane bulup bana laf vereceğini seziyordum. Ki vakt erişti:

- Ermm, merhaba! Yediğinizin tadı nasıl, bize önerir misiniz? (İskenderimi kast ediyor)

Bunun üzerine iskender tepsimi adamların önüne doğru uzattım, "Buyurun yeyin" dedim.

Yemediler tabii ki; niyetleri çene çalmak. İşlerini güzel yapıyorlar. Bana sürekli laf verdiler, susup yemeğimi yiyeceğim müsaade etmiyor adamlar.

"Amerika'dan geldik, Mormon Kilisesi için gönüllü olarak buradayız." Bilmem ne...

Suratlarında eğreti bir gülümseme, mavi gözlü bakışlarında ise sanki arkasında beyin yokmuş gibi bir ifade vardı. Aslında oldukça tanıdık geldiler bana; bizim Kur'an Kurslarında çocukluğundan beri yetişen elemanları hatırlattı.

Laf cambazlıkları hayranlık uyandırıcıydı; zira Türkçe'yi oldukça güzel ve aksansız konuşuyorlardı. 

Ve bana bir adres kağıdı verdiler, 'Kilisemize bir uğrayın' dediler. Sazı elime aldım:

- Bakın, ben Amerikalılara günahım kadar güvenmem. Ben Tengriciyim. Sizi takip edip Hristiyan olacağımı zannediyorsanız çok yanılıyorsunuz. Kolay gelsin.

Dedim.

Herifler Müslümanım değil de 'Tengriciyim' dememden daha da iştahlanıp beni tavlama konuşmalarına tam gaz devam ettiler. Eski 'ilkel' Türk dininden olduğum için ağlarına daha kolay düşeceğimi sandılar!

Telefon numaramı kayıt etmek için coni cebinden telefonunu çıkardı.

O da ne, fi tarihinden kalma demode bir 'takoz'. Telefon demeye bin şahit gerek. İlk başta muzipçe "Hristiyan olacağım deyip paralarını mı kirtsem" diye düşünmemiş değildim! Ama şimdi kafamda tek bir cümle ışımıştı:

"Ulan misyonerin bile fukarası bizi buluyor!"

İskenderimi bitirdim, bir selam çaktım ve yanlarından güç bela ayrıldım. Çeneleri durmuyor zira.

Ardından düşünceye daldım;

Neredeyse bin beş yüz yıldır Hristiyanlığın yüreğinin attığı Avrupa bile, bu dini terk ederken; misyonerlerin Türkiye'de işi ne? Gençlerimiz bu tedavülden kalkmakta olan dine neden yönlendiriliyorlar?

Yalnızca takoz telefon kullanan Mormon kilisesi misyonerleri değil, diğer Hristiyan mezhep misyonerlerinin de ülkemizde geniş bir yayılma sahası olduğunu gözlemledim. 

Özellikle büyük şehirlerde, Türk gençleri arasında Hristiyanlığın yavaş da olsa taban bulduğunu gördüm.

Elbette laik bir ülkede herkes dilediğine inanmakta özgürdür; ancak tespitim şu oldu: Önce ateizm (inançsızlık) ardından Hristiyanlık.

Hristiyan olan Türklerin önemli bir kısmı, önce ateizm sürecinden geçmiş.

Yani ülkemizde de inanç anlamında bir 'arayış' söz konusu. Bugün düşük oranda gözükse de, yarın arayışta olan insan sayısının artacağı muhakkak.

Bu manevi boşluğu fark eden dış güçler; kendilerinin bile inanmadığı dinlerini, Türk gençlerine pazarlamaya çalışıyorlar.

Mesela Hristiyan olmak demek, bir kiliseye bağlılığını bildirmek demektir. Hristiyanlık kilise kurumu odaklı bir dindir çünkü. Ülkemiz gençliğinin, kökü dışarılarda olan bir kuruma bağlılığını bildirmesinin, geleceğimiz açısından ne denli riskli olduğunu detaylıca incelemek gereklidir.

Okuyalım, araştıralım, öğrenelim; fakat akılcı düşünmeyi ihmal etmeyelim. Öyle ki misyonerlik yalnızca Hristiyanlık'ta değil; İslam'da da söz konusudur. 

Dış kaynaklı bazı İslami gruplar da, ülkemiz gençliğini kendi saflarına çekmeye çalışmaktalar. Bu bağlamda misyonerliğin her türlüsüne şüpheyle bakmak gereklidir.

Peki Tengriciler de misyoner mi? Şüphesiz; hayır. Evvela Tengricilik bir dinden ötedir. Tengriciler inançlarını yaymaya uğraşmazlar bile.

Yine de Tengricilik'in çok zararlı veya saçma bir yol olduğunu düşünsek; en azından kendi atalarımızın yoludur. Kökümüzdür.

Bir Türk Tengrici olduğu vakit; Suudi Arabistan'ın güdümüne girer mi?
Bir Türk Tengrici olduğu vakit; Vatikan'ın güdümüne girer mi?
Bir Türk Tengrici olduğu vakit; İsrail'in güdümüne girer mi?
Bir Türk Tengrici olduğu vakit; Rusya'nın güdümüne girer mi?

Bu soruları sorup tartışalım.

Nasıl ki İslamiyet'in Türkler tarafından yorumu olan Yesevilik, Bektaşilik yolu yüzlerce yıldır bizim kimliğimizin bir parçası olmuşsa, Tengricilik de ilk günden beri bizimdir.

Bizim şüphe ile yaklaşıp yoğun sorgulama süzgecinden geçirmemiz gereken şey; dış kaynaklı bütün dinler ve ideolojilerdir. 

14-09-2016, U.R.S.





1 yorum:

  1. Gerçek anlamda bok gibi bir yazı/eleştiri. Türkiye'deki "Hristiyanlık eriyor, bitiyor" yalanına gülüp geçiyorum, yorumum yok ona. Misyonerlerin para verdiklerini zanneden af edersiniz "geçik" insanlardan birisiniz; çok fazla dizi izliyorsunuz herhalde. Ve Hristiyan olunca Vatikan ile yahut başka bir yerle ilişkiniz olacağını zannetmeniz de ayrı bir trajedi.

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.